ORUÇ NEDİR
Orucun Arapçada kelime anlamı, “Savm ve siyam” olarak geçer.
Savm; Hareketsiz kalmak, susmak anlamındadır.
Hz. Meryem ana, çocuğunu babasız dünyaya getirince ilahi bir ses ona, “Sus” der. O da susar kimseyle konuşmaz.
İslam Ansiklopedisi, Kur’anda, Meryem Suresinde bir sesin Meryem’e;
“Ben acıyana savm adadım, bu gün kimseyle konuşmam.
Kur’an, savm kelimesinin, oruç tutmak ve susmak anlamın da iki şekilde kullanıldığına işaret etmektedir. Ansiklopedi, susmak ve oruç tutmak kelimeleri arasında bir bağ olduğunu vurguluyor ve belirtiyor.
Kur’an;
“Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin de üzerinize farz kılındı. Bu sayede korunmanız umulmaktadır.
Ayetten de anlaşılacağı gibi İslam’ın kutsal kitabı Kur’an, Hz. Muhammed’e gelmeden önce, ki (Hz. Adem’den, Hz. Hatem’e kadar) peygamberler de oruç tuttuklarını belirtiyor. Tuttuklarına göre hangi orucu tutmuşlardır? İslam’dan önce orucun var olduğu ayetten de anlaşılmaktadır.
Hz. Adem’den beri oruç vardı. Dünyanın bütün büyük dinlerinde, belirli kutsal zamanlar sırasın da, ya da öncesinde veya özel nedenlerle oruç tutuluyordu. Bütün tarihi kaynaklar, oruç adetinin insanlığın eski bir geleneği olduğunda birleşiyor.
Bizim konumuz İslam’da oruç olduğuna göre onu irdeleyeceğim.
Ayette de görüldügü gibi oruçtan amaç kötülüklerden korunmak, nefsi terbiye etmek, iyi ahlaklı bir insan olmaktır. Tanrı boş yere insanları aç bırakıp cezalandırmaz. Orucun gerçek anlamı kötülüklerden uzak durup, iyi ahlaklı olup tanrının buyruğunu yerine getirip olgun insan yani “insan-ı kamil” olmaktır. Bütün ibadetlerden amaç insanın gerçek anlamda kendini bilen “insan” olmasıdır.
Kur’an’da oruç, vacip ve farz olmak üzere ikiye ayrılır:
Farz olan: bütün İslam alemine bildirilen oruçtur.
Vacip olan: bir dileğin yerine gelmesi veya işlenen bir suça tevbe etmek için tutulan “Nezir orucu”dur.
Bu tutulan oruçların iki yönü vardır; Zahir ve batın.
Zahiri yönü: Allah’a şükretmek, ola ki nefis aç kalınca yoksul, yetim, çaresiz ve sağlığı kendisini geçindirmeye yetmeyen insanlarımızın çaresizliklerini, ve sıkıntılarını hissedip, merhamet duyguları gelişip, vicdan muhakemesi çalışır, bu çaresiz insanlara yardım elini uzatılır.
Batini yönü: Gerçek müminin orucu ise senede 365 gündür. O kişi yaşamı boyunca halk için çalışır, paylaşımcıdır, komşusu aç iken o tok gezemez. İnsanlar sefalette iken o saltanatta olamaz. O gerçek mümindir ki, sadece nefsini değil, yani midesini değil, bütün uzuvlarını harama bağlı tutar.
“Şeriatın emrettiği zahiri orucun yanında ayrıca tarikat ve hakikat oruçları da vardır
Zahiri oruç: gündüzleri yemekten ve içmekten kesilmektir. Ramazan ayında tutulur.
Hakikat orucu: Ömür boyu devam eder. Oruçlu, gece gündüz bütün azalarını kötü duygulardan muhafaza etmek mecburiyetindedir. Gıybet etmez, hiç bir fenalık düşünmez, kimseye zulmetmez, dövmez, sövmez, duygularını kötüye kullanmaz. Duygularını kötülüğe kullandığı anda, fiilen yapmasa da orucu bozulmuş olur. İşte asıl oruç budur. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
“Nice oruçlular vardır ki, oruçlarından onlara sadece bir açlık kalmıştır.”(İbn-i Mace)
Bu Hadis-i Şerif’ten anlaşılıyor ki, bir çok oruçlular iftar ediyorlar farkında değiller, hem de oruç tuttuklarını zannediyorlar. Görünüşte yemeyip, içmeyip oruç tutuyorlar, ama yaptıkları hareketler hiç de bir oruçlunun hareketine benzemiyor.
Dolayısıyla bir çok iftar edenler de vardır ki oruçludurlar, oruçları bozulmamıştır. Niyetleri daima istikamet üzerinde bulunur, kötü duygu ve düşüncelerden kendilerini alıkoymuşlardır, istedikleri gibi hareket edemezler, istediklerini yiyip içemezler.
Hadis-i Kudsi’de “oruç benim içindir, mükafatını ben veririm” diye bildirilen oruç bu oruçtur.
Hakikat orucu: Hazret-i Allah’ın muhabbetini sırda muhafaza etmektir. Cenab-ı Hakk’ı görmek sır gözü iledir, yoksa baş gözü ile görülmez. O muhabbet çıkıp başka muhabbet girdiği zaman, hakikat ehlinin orucu bozulmuş olur. Onu kaza edecek ki, yani istiğfar edip aynı muhabbeti duyacak ki, orucu devam edebilsin. Çünkü o insanları Hazret-i Allah kendisi için halk etmiştir.
Hadis-i Kudsi’de “İnsan benim sırrımdır, ben de insanın sırrıyım” diye buyuruyor. Hz. Mevlana’da bir coşku halindeyken; “Söyletmeyin bana insanın ne olduğunu. Söylersem sizde yanarsınız bende yanarım.” Onlar daima Hakk iledir. Dolayısıyla Hazret-i Allah o kullarının başka bir şeyle meşgul olmasını da istemez. İşte Allah’ın “dosdoğru yolu”nda olan kamil insanlar bunlardır..
Bunların orucu da hakikat orucudur.
ORUÇ NİÇİN TUTULUR
Allah, irade sıfatını yalnız insanlara bahşetmiştir. İşte oruç iradenin imtihanıdır. Kiminle? kendi kendinle, hiç bir şeyle uslanmayan nefsin, oruç ile ıslahıdır. Çünkü açlık had safhada iken yememek, içmemek, iyilik için nefsin dizginlerini çekip iradeyi kullanmaktır, yani vücuda aklın hükmüdür. Kendi bedenine sözünün geçmesidir.
Oruç, Allah ile kul arasındadır. Tamamen kendi rızalığı ve kendi iradesi altındadır. Yeter ki oruç denilen bu muazzam bedeni İbadet şuurlu olarak aşkla yapılsın. Eğer birilerine görünmek adet yerini alsın diye yapılıyorsa, yani ruhu manası gayesi anlaşılmadan yapılıyorsa, gayeye hizmetten uzak olur.
Oruç, yalnız aç kalmak değil, aynı zamanda açı arayıp onu doyurmanın da adıdır.
Oruç, dili ile gönül kırıyorsa, eli ile yanlış yapıyorsa, ayağı ile yanlışa gidiyorsa, günlerce aç kalsa da, amaca ulaşamaz.
Hz. Peygamberimiz de, “Birçok insan vardır ki, bu zavallıların alacağı sevap, aç ve susuz kalmaktan ibarettir” diye buyurmasının gerçeği budur.
Oruç, tüm uzuvlarımızla Allah rızasına tutulmalıdır.
ORUÇ NASIL TUTULMALIDIR
Oruç, Beden orucu olmalıdır.
Gözün orucu, gafletten men olunmasıdır.
Dilin orucu, yalandan, gıybetten, dedikodudan uzaklaşmasıdır.
Kulağın orucu, yasaklanmış şeyleri işitmemektir.
Nefsin orucu, hırs ve şehvetten kendisini korumasıdır.
Kalbin orucu, bütün nefsani duygulardan arınıp beşeri sevgiden uzaklaşmaktır.
Ruhun orucu, dünya malına tamah etmemektir.
Sırrın orucu, Hakk’tan gayrisini görmemektir.
Batındaki oruç, kalbe, ruha, sırra’dır.
Oruç; bütün vücudun azalarıyla tutulmalıdır. Oruç tutuyor görüneceksin yalan söyleyeceksin, küfür içinde olacaksın, başkaları da niçin benim gibi oruç tutmuyor diye cana kıyacaksın ve sonunda oruç tuttum Allah kabul eyler diyeceksin. Böyle orucu Allah kabul eder mi? Oruç tutan insan kalp kırmak değil, kırılan kalbi tamir etmektir. Oruçluyum diye ona buna saldırmak değil, örnek insan, yani kamil insan olmaktır.
İnsanları sevmek, bağışlamak, acımak ve yardım etmektir. Allah katında da bu değil midir? Cenabı hakk “Oruçlunun ağız kokusunu severim” diye buyuruyor. Bu koku, çirkin açlık kokusu mudur? Hayır, ya nedir? O oruçlu ağızda hile bulunmaz, yalan ağzın yanına gelmez, kimseyi aldatamaz. Çünkü, Kainatta Tanrıdan başka bir zerre görmez ki! Nasıl aldatabilir ki!
Hakk aşığı da ne güzel söylemiş;
“Sevap istersen öldür yalanı
Cennet istersen incitme canı.”
Öyleyse kötülükle karşılaştığımız zaman kendi kendimize, dikkat et oruçlusun, yani Allah’ın sıfatısın. Ayıpları görmeyeceksin, örteceksin, kötülükleri iyilikle karşılayıp, güzelliğin ne olduğunu göstereceksin, işte oruç budur.
Düşününüz, hayvanı bir yere bağlayıp yiyecek vermeyip aç bırakırsan, bu oruç mudur? Hayır, oruç aşkla, şevkle ve şuurlu tutulmanın adıdır. Midenin açlığı değildir.
Hz.İmam Ali şöyle buyuruyor;
“Bedenin orucu, irade ve ihtiyatla azaptan korkup sevaba girmeyi, ecre (sevap) nail olmayı dileyerek yemekten kesilmektir. Nefsin orucu, beş duyguyu öbür suçlardan çekmek, kalbi de bütün şer sebeplerinden ayırmaktır. Kalbin orucu dilin orucundan, dilin orucu ise, midenin orucundan hayırlıdır.
Şahların şahı da bütün uzuvlarımızla oruçlu olmamızı istiyor.
Bir atasözümüzde şöyle der; “Mümin korumalı nefsini kibirden / Ağzını küfürden, gönlünü kirden.”
Evet önemli olan kinden kibirden, şehvetten, buğuzdan, azgınlıktan, cürümden, haramdan kısaca bütün kötülüklerden arınmaktır oruç.
Hz.İmam Ali efendimiz, “Bir bölük halk, sevap için Allah’a kulluk ederler, bu kulluk tacirlerin kulluğu, bir bölükte Allah’a korkarak ibadet eder, bu kölenin ibadetidir. Bir bölükse Allah’a şükrederek kulluk eder, işte hür kişilerin kulluğu budur.”
Oruçda bir ibadet olduğuna göre tacirlerin, kölelerin ibadeti gibi değil, özgür iradeyle, aşkla, sevgiyle tutulan orucun, yapılan ibadetin makbul olduğunun altını çizmektedir.
Oruç iki türlü tutulur;
Bedenin orucu; irade ve ihtiyatla azaptan korkup, sevaba girmeyi ecre nail olmayı, dileyerek yemekten kesilmektir.
Nefsin orucu; beş duyguyu öbür suçlardan çekip, kalbi de bütün şer sebeplerden ayırmaktır.
ORUÇ’UN HİKMETLERİ
Orucun batini anlamdaki hikmetleri de şöyledir;
Birinci hikmet: Oruç tutan kendini kontrol ederek, iradeye ve nefse sahip olarak düzgün insan olmanın seyrini yapar. Allah’ın ahlakıyla bezenir, eline, beline, diline sahip olur.
İkinci hikmet: Oruçlu insan bir şey yapmış olmanın rahatlığıyla gönlünde huzur bulur. Huzur demek ise, Tanrı ile muhabbet etmektir.
Hakk aşığı şöyle der;
“Muhabbetle bulanlar buldu Hakk’ı
Muhabbetsiz kulun Hakk’ta ne var hakkı.”
Oruçta kıble: “Her nereye dönersen Tanrı’nın cemalini görürsün.
Her tarafı kıble edip ibadet halinde olursun, yön ve şekilden uzaklaşıp yeryüzünü mabet edinmektir.
Üçüncü hikmet: Aç olan insan aç olanın halinden anlar. Açlığını yüreğinde hisseder, yardım eder, aç doyurur, lokmasını paylaşır, yaratanına aç olanlar için yalvarır. Peygamberimiz de; “Komşunuz aç iken, siz tok olup gerçek mümin olamazsınız” diye buyuruyor.
Cömertlik aşık olanlara mahsustur. Bu hikmetin farkına varır. Allah cömerttir, cömert olanı da sever, deyip cömertlerle birlikte cömertlik makamının sırrına vakıf olmaktır..
Dördüncü hikmet: Kazancınız yani ekmeğiniz, tuzunuz helal olmalıdır. Helalından kazanmak lazımdır, kul hakkı yememek lazımdır. Aç kalarak, kul hakkının ne kadar önemli olduğunun bilincine varıp, başkalarının açlığının sırrına ermektir. Yüce peygamberimiz; “Nefsini bilen, Rabbini bilir,” diye buyurmasının hikmeti budur.
Beşinci hikmet: Hakiki oruçlu insan, kınından sıyrılan bir “İnsan-ı kamil”dir. o makamda yapılan ibadet “Amel” olup Hakk’ın dergahına yazılır.
MUHARREM ORUCU
Kur’anda oruçla ilgili ayetleri ana başlıklarıyla açıklayacak olursak;
“Hastalık, yada yolculuk sebebiyle oruç tutamayanlar, tutamadıkları günlerin sayısı kadar başka günlerde oruç tutarlar.
“Kuran’da hacla ilgili bazı eksikliklerde orucun fidye olarak tutulması.
“Yanlışlıkla ölüme sebebiyet verip, köle affetme cezasını yerine getirmeyenlerin, iki ay kesintisiz oruç tutması.
“Yemin bozanların kefaret olarak oruç tutması.
“Hacda avlanma yasağını çiğneyenin kefaret olarak oruç tutması.
“Hanımların cahiliye adetlerinde olduğu gibi anası, kız kardeşi gibi yakın akrabası ilan edip, boşanmaya kalkmanın cezası olan köle azadını yerine getiremeyenleri, kesintisiz iki ay oruç tutması geçer.
Görüldüğü gibi Kur’an bazı suçların cezasında orucun, suçun dünyevi karşılığı olarak tutulmasını söyler.
Asıl başlıklarıyla inceleyecek olursak:
Katl (Kefaret) orucu: “Her halde bir Müslüman’a layık değil ki, haksız olarak bir Müslüman’ı bile bile öldüre. Her kim bir ehli imanı bilmezlikle ölümüne sebep olsa, esir olmuş bir Müslüman kul veya cariyenin azat edilmesi üzerine farz olur, ve birde ölünün sahibi aldığı o diyeti sadaka ede veya hiç almaya. Eğer ölü size düşman bir kabileden olsa bile mümindir, bir Müslüman esiri bay olsun bayan olsun azat etmesi katil üzerine borç olur. Öldürülen aranızda ahitleşme olan bir kavimdense ailesine kan parası vermek, ve bir mümin köle azat etmesi gerekir, bunları yapmayan Allah’a tövbe ederek iki ay birbiri ardına oruç tutmalıdır.
Kur’an, zalim olanları, insan canı alan katilleri lanetlediği gibi diyet ödemekle yani, ceza olarak da iki ay kefaret orucu tutup aç kalmayı emrediyor. Kerbelanın katilleri acaba bu orucu yaşadılar mı bilemem.
“Bir mümini kasten öldürene gelince onun cezası, içinde sürekli kalmak üzere cehennemdir. Tanrım gazap etmiştir, böylesine lanetlemiştir onu, çok büyük bir azap hazırlanmıştır ona.
Günümüz dünyasında bunun yaşanmasına imkan var mıdır? Diğer bir deyimle, adam öldürüp sonrada iki ay oruç tutup, kurtulmanın yolu olur mu? Yoktur. Çünkü, yasalarımız onun takipçisi olacaktır. Kişinin, yasaların dışında vicdani ve ahlaki bir sorumluluğunun bilincinde olunmasıdır. Allah’ın affetmediğinin bilinmesidir.
Muharrem orucu: Konumuzun başlığı da budur ve asıl konumuzdur. Bu konunun üzerinde etraflıca durmaya ve irdelemeye çalışacağız. Bilindiği gibi Muharrem ayı kutsal bir aydır. Bu ay haram aylardandır. Bu ayda savaş yapmayı yüce kitabımız kutsallığından dolayı yasaklamıştır. Muharrem ayı hicri takvimin ilk ayıdır, ve oruçta bu ayın birinde başlar. Yani hicri yılbaşında başlar. Kurban bayramının birinci gününden itibaren yirmi gün sayılır, yirmi birinci gün oruç tutulur. Muharrem orucu denmesinin altında, muharrem ayı yatmaktadır. Muharrem ayının kutsallığı söz konusudur. Muharrem orucuyla ilgili hakim zihniyetin görüşü şudur; Ramazan orucu gelince muharrem orucu nesh (Kur’an’ı kerim de sonda gelen bir ayetini, önce gelmiş bir ayetteki hükmü değiştirmesi, kaldırması, hükümsüz bırakması) edilmiştir. Bazı fıkıhçılara göre nesh olayı vardır, diğerlerine göre ise yoktur. Var ise hangi ayetin nesh edildiğini, hangisinin edilmediği şüphesi içimizde belirmeyecek midir? İmanla güman (Şüphe) bir arada olması şirk değil midir?
Hangi ayet yürürlükten kalkmıştır, hangisi kalkmamıştır? Ve bunun ölçüsü nedir? Kim bilecek, kim söyleyecek. Mademki nesh edilmiştir, niçin yerinde durmaktadır?
Nesh edildiğini varsayalım; Bu orucu Peygamber efendimiz tutmuş mudur, tutmamış mıdır? Tuttu ise, Peygamberimiz nesh edildiğini bilmiyor muydu? Tutmadığını söyleyenlere şunu sormak isterim? Peygamber efendimize Kur’an 40 yaşında geldiğine göre, Kuran’dan önce Peygamberimizin tuttuğu oruç yok muydu? İbadeti yok muydu? Ramazan orucu vardı ve onu tutuyordu diyenlere de yine sormak isterim: Ramazan orucu Mekke’de değil, (Mekke dönemi 13 yıldır) Medine de nazil olmuştur. Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicret etmesinden iki yıl sonra inmiştir. O güne kadar ramazan orucu olmadığı için tutulmamıştır. Ramazan’dan sonra fitre verildiği için “Fıtır Bayramı” denilmiştir. Söylenceye göre peygamberimiz bayram namazından önce hurma yediği için şeker bayramına dönüşmüştür
Ramazan orucu Kur’anda hangi surededir?
-Bakara suresindedir.
Bakara suresi Kur’an’ın iniş sırasına göre kaçıncı suredir?
-92’nci suredir.
kuranın tamamı kaç suredir?
-114 suredir.
-Kur’an kaç yılda gelmiştir?
-23 yılda.
-23 yılda 114 sure nüzul olduğuna göre, 92. surenin inişi kaç yıla tekabül eder?
– 15 yıldır. (13 yıl Mekke, 2 yılda Medine) Hz.Peygambere 1.Surenin nüzulu 40 yaşında gelmeye başladıysa, bir 15 yıl daha üzerine eklersek yaşı 55 dir. Hakk’a yürüdüğü yaş ise 63’tür. 55 yıl hangi orucu tutmuştur?.
Diğer bir deyimle de, Bakara suresi gelinceye kadar hangi oruç tutulmuştur?
–Muharrem orucu tutulmuştur. (Bir çok kaynakta vardır.)
Muharrem orucunu da tüm “Yasin ailesi” (Peygamber ailesi) tutmuştur.
Yüce kitabımızın ibadetin şekli ile ilgili gösterdiği adres tevhid dininin şekli yanını gelenekleştiren ilk peygamber Hz. İbrahim’dir… Ve ona uymamızı istiyor.
Hz. İbrahim, olmayan orucu, olmayan ibadeti mi yapıyordu? Oysa peygamberlerin görevi din icat etmek mi, yoksa var olanı kemalete erdirmek miydi? Peygamberin dini denmez, Allah’ın dini denir.
Efendim! Her peygamber kendinden önce gelen peygamberin şeriatının kaldırıldığı iddiasına gelince; Yüce kitabımız buyurur ki;
“Allah’ın bundan önce gelip geçenler hakkında uyguladığı yasa budur. Allah’ın kanunun da/ tavrında/ davranışında bir değişiklik bulamazsınız.
“Bu Allah’ın öteden beri işleyip duran yolun yasasıdır. Allah’ın yolunda ve yasasında hiçbir değişme bulamazsınız.
“Senden önce gönderdiğimiz Resullerimize uygulanan yöntemde buydu. Sen bizim yol ve yöntemimizde değişme bulamazsın denilmektedir.
Allah’ın yol ve yönteminde değişiklik olmadığına göre peygamberimizin ve ondan önce gelmiş geçmiş tüm peygamberler oruç tutuyorlar mıydı? Tutuyorlarsa hangi orucu tutuyorlardı? Peygamber efendimizin yaptığını yapmak, tuttuğunu tutmak sünnet ise, muharrem orucunu neden tutmuyorsunuz? Ve neden yok diyorsunuz? Namaza gelince; Peygamber efendimizin bedeni hareketlerle yaptığına sünnet deyip onu farzlaştırırken, Muharreme gelince bütün Peygamberlerin tuttuğu bu orucu neden yok sayıyorsunuz?
Namazın şekliyle, vaktiyle, duasıyla rekatıyla ilgili Kur’an da hangi ayetleri gösterebilirsiniz. Çünkü, Kur’an, namazın tarifini yapmamıştır, kılınan namazın şekli Kur’an’ın emri değil, geleneğin uygulamasıdır diye defalarca yazıldı.
Geleneği din edineceksiniz, Peygamberimizin tuttuğu ve tarihsel kaynaklara göre tüm peygamberlerin şükrane olarak tuttuğu orucu yok sayacaksınız. İşte buna insafsızlık ve körlük denir. “El insaf min el iman” (insafı olmayanın imanı olmaz).
Bu orucu tutanlar, hakikat orucu deyip bütün uzuvları ile yaşayıp gönül kırıp can incitmezken, Ramazan orucunu tutmayanlar neden hor görülür? Hatta zulmedilir, incitilir. Orucun diğer adı “susmak” olduğuna göre niçin susmaz, can incitirsiniz, niçin?
Niçin sadece aç kalmayı oruç sayıyorsunuz?
Niçin; bütün bedeni ve ruhani hareketlerinize iradenizi hakim kılmıyorsunuz?
Niçin; ahlaki boyutunuza orucunuzu hakim kılmıyorsunuz! Açlık insanı bir yere taşımaz…. Peygamberlerin tuttuğu hakiki orucu tut ki, amaca ulaşasın… Tut ki; amel defterin Ehlibeytten yana olsun…
Tut ki; Bütün peygamberlerin şefaatına mazhar olasın…
Aleviler, Kur’an daki pek çok hükmün ve buyruğun zaman ve mekana kayıtlı olduğuna inanır. Türk boylarının sosyal yaşamı dikkate alındığında bir ay boyunca yemeden içmeden kesilip oruç nasıl tutacaklardır? Sürekli yer değiştiren, göçebe hayat süren, dağlarda otlak arayan yoksul insanlara zulüm olmazmıydı? Merhameti ve şefkati bol olan, “dinde zorluğun olmadığını” bildiren yüce Tanrının böylesi bir zorluğu kullarından istemesi mümkünmüdür?
Muharrem orucunu neden tutuyoruz sorusuna gelince?
Yüce kitabımızın emri olduğu için,
Peygamberimiz ve tüm peygamberler tuttuğu için,
Peygamber Ehlibeytinin sevgisi için,
Ahlaklı ve erdemli bir insan olup kötülüklerden uzak olmak için,
Nefsimizi ıslah edip “insan-ı kamil” olmak için,
tutuyoruz. Ve altını çizerek yazıyorum; Aleviler Muharrem ayında, muharrem orucunu tutuyorlar, Peygamberlerin tuttuğu hakiki orucu tutuyorlar. Bütün peygamberlere kurtuluş olan bu kutsal ay ve o kutsal ayın kurtuluş şükranesine tutulan oruç, bizlere de kurtuluş olur şükranesiyle tutuyoruz. Çünkü, Ehlibeytten yana olmak demek; kurtuluşa erenlerden olmak demektir. Bu oruç Alevilerin uydurduğu bir oruç değildir.
Peygamberlere kurtuluş olan muharrem ayı, İslam peygamberin torunlarına kan, can, zulüm olur. O kutsal muharrem ayının onuncu günü kerbelada, peygamber torunu İmam Hüseyin ve ailesine, sevdiklerine ölüm / şehadet olur. Kurtuluş ayı Ehlibeytin izinden gidenler/ sevenler tarafından mateme dönüştürülüp;
“Ah Hasan’ım, vah Hüseyin’im” feryatları / çığlıkları olur. O çığlıklar ki semayı bile ağlatır. Peygamberlere kurtuluş olan ay; Ehlibeyte şehadet, gözyaşı ve matem olmuştur. Bu kutsal ay Ehlibeyte sevgi ve muhabbet besleyenler için de kurtuluş olacaktır. Çünkü; onlar, Nuh’un gemisi misalidirler. Her kim o gemiye binerse kurtuluşa erenlerden olacaktır. Hz. Peygamber efendimiz buyurmuyor mu!; “Benim Ehlibeytim Nuh’un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur, binemeyenler de helak olur” diye.
Aleviler, muharrem orucunu tutarlar ve de İmam Hüseyin’e gözyaşı dökerler, karalar giyip matem tutarlar. O gözyaşları İmam Hüseyin için bir vefa borcudur, aslında o vefa tüm insanlığın, insan olanların borcudur.
Çünkü, orada insanlığın, insan olmanın, mazlumluğun, iyiliklerin kavgası vardı. O kavganın sembolü de İmam Hüseyin’dir. Biz İşte o değerlere ağlıyoruz… İmam Hüseyin’le birlikte yitirilen değerlere ağlıyoruz. Kim bu değerlere saygı duymaz. Peygamberlere kurtuluş olup şükrane olan muharrem ayı Ehlibeyt’e can ve kan olur. Onun için muharrem ayını, Peygamber efendimizi ve onun Ehlibeytini sevenler muharremi mateme çevirmişler ve diğer bir adı da matem ayı olmuştur. Peygamberimiz; “Ben şefaatimi sizlerin, Ehlibeytime davranış şeklinize göre uygulayacağım” diye buyurur. Başka bir hadisinde de, “Herşeyin aslı ve esası vardır, dinin aslı ve esası da Ehlibeyt’tir” ve Kuran’da Şura Suresinin 23. ayetinde Ehlibeyt’in sevgisini inananlara farz kılmıştır. İşte biz o değerlere matem tutar ve Ehlibeyti severiz.
ALİ RIZA UĞURLU
DEDE